Yeni bir dünyanın eşiğinde öncülük - I - Giriş
İnsan, günler ve geceler boyunca ufka her baktığında, bilinemezlerle dolu bir karanlığı görüyorsa eğer, ürkmeye başlar. Ve, başlarda, mutlaka, ertesi günlere umutla uyanır “Bugünler de geçecek!” Aslında birçok açıdan basit canlılarız, iyi anlamda. Ne kadar büyük badirelerden çıkmış olursa olsun, biraz huzura kavuşunca, hayatı olumlayabilmek kolaydır insan için.
Maddeyi ve zamanı, iç içe geçen bu iki biricik hakikati, eğip bükemiyoruz, onları kandıramıyoruz, yalnızca anlamaya çalışabiliyoruz, çünkü müdahalenin ön koşulu anlamaktır. Bilinçlerde madde ve zamanın akışının soyutlamaları belirir, akıl bunları bir denkleme oturtur, aklın yarattığı maddi araçlarla madde ve zamana, yine madde ve zamanın sınırlılıkları içinde kalarak müdahale eder insan. Nehir akmaya devam ediyordur, soyutlanacak başka bir madde ve zaman oluşur, ve yine usavurum, ve yine müdahale, ve yine nehir akar…
Sürekli değişen maddeyi ve zamanı, akan nehirleri baştan ve baştan, farklı ölçeklerde (birey, kişisel çember, mahalle, okul, iş yeri, kent, ülke, bölge, dünya, uzay…) soyutlama, soyutladıkça müdahale etme ve yine maddece ve zamanca belirlenmenin iç içe geçmiş sonsuz döngüsü. Yani büyük konuşmayalım ama, diyalektik. Her insan, adını öyle koymasa dahi, ömrünü bu diyalektik devinim içinde farklı düzeylerde ve ölçeklerde hem belirleyen hem de belirlenen olarak geçirir.
Fizikçiler, felsefeciler ve bu kavramları dert edinmiş olası diğer çürük dirseklilerinden dayak yemeden önce konumuza gelelim: sıradan insanlar ve kuşlar.
Kuşların işi hep kolaydı. Yeterli bir irtifadan toplumlara baktıklarından kelli, tablo onlar için, tarih boyunca apaçık olagelmiştir: Sıradan insan, zaman aktıkça, madde devindikçe, ne yapıyorsa yapsın, ufuktaki karanlıklar dağılmıyorsa, hatta her şey daha kötüye gidiyorsa eğer, köklerinden başlayarak kurumaya başlar önce.
Yavaş bir süreçtir, kovuğuna dalına yaprağına çiçeğine çabuk yansımaz, hemen fark edilmez. Günler, haftalar, aylar ve yıllar boyunca, yorgun gözler yeni güne ve geceye, hep bir öncekinden daha zayıf umutlarla açılır. Umut etmek eylemi, kabul etmesi zor olsa da, giderek bir kandırmacaya dönüşüyordur.
İşte maddeyi ve zamanı kandıramayan, müdahalesi de fayda etmeyen sıradan insan; toprağının yarınını, sevdiklerinin, çocukların ve doğmamış çocukların yarınını görünmez kılan koyu karanlığın ve huzursuz bilinemezliğin kıvamında bir seyrelme sezemiyorsa, bir zaman sonra doğabilecek bir güneşin ufacık bir ipucunu seçemiyorsa gözleri, verdiği basit sözleri dahi tutamamanın yükü altında giderek daha çok eziliyorsa, yetersizlik ve başaramama hissi benliğini sarmışsa, yeni bir güne veya geceye uyanmak istemiyorsa; onu vaktiyle hayata ve toprağına bağlayan, fakat kuruyan kökleri bir bir kopmaya başlar.
Kuruyan kökler koptukça, kanarlar, ve bu süreçte açığa çıkan enerji, toplumun isyan kazanında birikmeye başlar. Zor alışılır bir acı ve feryat yükselir her seferinde, dil dudak ısırılır. Kökler derindedir, nasıl alışılsın? Bizim insanımız, özellikle, gururludur, çehresine bakınca kanadığı anlaşılsın da istemez, dilini dudağını ısırması bundandır. İnsanımız benim, insanımız sizsiniz. İnsanımız ailemiz, eşimiz, arkadaşımız, az görebildiğimiz can dostumuz, her gün gördüğünüz komşumuzdur ve elbette, hiç tanımadığınız milyonlarca tanıdık yabancıdır.
İnsan dişini sıkar da sıkar, kendi küçük hayatında elinden geleni yapar vaziyeti düzeltmek için. Fakat, her şey daha kötüye gidiyorsa hâlâ; günlerin ve gecelerin sonunda, yalnızca ve yalnızca maddenin ve zamanın hükmü geçer. Gövdesi kurumaya yüz tutar bir zaman sonra. Yavaş yavaş kurur, belki yine yıllar alır, kurudukça yine canı acır, sessiz sessiz feryat eder. Yaşam, yapraklarından da gider ve meyveleri dalında çürüyüp düşmeye başlar sonunda.
Ve yurttaş ağacı, kalan son birkaç zayıf köküyle, ölmeye yüz tutmuştur artık. Gövdesi henüz devrilmemişken dahi, türlü canavarlığa meyyal bir hayvan meyvelenmeye başlar kütüğünün ortasında. Yalnızca temele indirgenmiş içgüdüleriyle yaşayan; toplumdan, birlik olmaktan, kolektif mutluluktan ve hüzünden, parçası olduğu dokudan tamamen kopmuş bir canavar hücresi, ve çoğalıyor, kuruyan ağacı içten içe çürütüyor ve sarıyor.
Bu bozulma, toplum ormanımızın görece ufak bölgeleriyle, veya az sayıda yurttaşla sınırlı kalsaydı, nitelik eşiğini aşamasaydı, halk kendi kendini sağaltabilirdi belki. Fakat vaziyet böyle değil. Duyuyoruz ki, yurttaşlarımız, hep bir ağızdan, giderek daha gür feryat ediyorlar. Toplumun isyan kazanında biriken enerji, patlamaya yetecek bir basınca varmanın eşiğindedir.
Köklerimizden kopuyor, feryat ediyor, alıştıkça hissizleşiyor, canavarlaşıyor ve çürüyoruz. Güzel ve zor memleketimizde (ve dünyanın diğer güzel ve zor memleketlerinde) kitlesel mülksüzleşmenin, adalet hissinin yitiminin, milyonlarca göze aynı anda görünen bitimsiz kesif karanlığın; geniş kitlelerde ve aydınlarda farklı çıktıları olsa da, bu halk katmanlarının tümü için benzer kuruma, kopuş ve canavarlaşma mekanizmaları çalışıyor derinlerde. Kuşlar bu süreçlere, tarih boyunca, farklı coğrafyalarda, defalarca kere şahit oldular.
Bu kitlesel yıkımların tarihsel olarak sonuncusu, neredeyse elli yıla yayılmıştır ve neoliberalizmin eseridir. Bugün, bildiğimiz anlamda neoliberalizmin sonuna geldik. Hakim sınıfların uluslararası ve yerel klikleri başka kurguları hayata geçirmeye uğraşıyorlar, emperyalizm kriz yaşıyor, güçler dengesine ağırlık koyan yeni aktörler yükseliyor, grev dalgaları, işçi ve köylü eylemleri kabarıyor, toplumlar göçe zorlanıyor, savaşlar farklı coğrafyalarda sürüyor, premodern akımlar iktidara geliyor veya kitleler içinde kök salıyor, vesaire… Güzel ve zor ülkemizde de, dünya genelinde de, toplumların isyan kazanlarında elli yıllık yıkımdan kaynaklanan bir enerji birikimi var. Bu birikim yavaş yavaş farklı kanallara akmaya da başladı. Yeni bir dünyanın eşiğindeyiz, kuşlar bunu görüyorlar.
Diyalektik her insanın farkında olsun veya olmasın, işlettiği bir süreçtir, diye bir iddia attık ortaya. Geniş kitleler asla aptal değildir, yalnızca zaman ve madde algıları sınırlıdır, sınırlı bırakılmıştır. Kendi sınırlılıkları içinde oldukça zekidirler aksine, onlara küçümseyerek yaklaşan burnu havada ukalaları suya götürüp susuz getirecek bir kıvraklıktadır zekaları. Fakat tarih bilinçleri, uzgörüleri, soyutlama kabiliyetleri limitlidir. Hayat olağan bir biçimde akıyorken pek çok şeyi sezebilir, fakat büyük ve köktenci dönüşümleri tasavvur edemez, bu dönüşümlerin gerektirdiklerini bilince çıkaramazlar. Ve bu normaldir, maddenin doğası gereği bu böyledir.
Bu noktada öncülük devreye girer. Öncüler, daha güçlü bir uzgörüyle, soyutlama ve müdahale yeteneğiyle, ait oldukları sınıfın çıkarları, ideolojik konumlanışları ve bunların çıktısı olan siyasi kurgularıyla biriken enerjiden pay almaya ve onu kendi manivelaları yapmaya çalışırlar. Öncülerin madde ve zaman algıları, uzgörüleri ve müdahale kabiliyetleri de başka değişkenlerce sınırlanır. Öncülüğün de kademeleri vardır. Fakat kademe ve ideoloji farkı gözetmeksizin, öncülüğün ilk gereği, kuşlaşmaktır, insan benliğinden sıyrılıp toplumun maddesine belirli bir irtifadan bakabilmektir. Öncülüğün ikinci gereği ise yere inebilmek, irtifadan görünen tablodan yapılan çıkarımlarla bir müdahale tasarısını, insan benliğinde hayata geçirmektir.
Burjuva akımlarını bir kenara bırakalım, meselemiz sosyalizm. Sosyalist öncü, toplumun kazanına akan enerjiyi patlamadan evvel okuyabilen bir halk çocuğu, güç damarlarını keşfetmeye çalışan bir bilimci, kazmayı doğru yere vurmaya çalışan bir madenci, fışkıran cevhere doğru şekli vermeye çalışan bir zanaatkardır. Bu topraklarda doğduk. Yurttaş ormanımız kuruyorken, toplumun isyan kazanındaki birikimi, halkımızın yüzündeki, sesindeki incelikleri en iyi bu toprakların devrimcileri kavrayabilir ve müdahale araçlarını yaratabilir. Kazanda biriken enerji düzen içi kanallara burjuva öncülerce akıtıldığında, hatta müsilaj gibi bir anda yüzeye vuran bir canavarlık dalgası -faşizm- ortaya çıktığında, iş işten geçmiştir. İş işten geçebilir de, madde devinmeye devam edecektir ve başka olanaklar, bir zaman sonra belirecektir. Yıkım ve acıyla dolu uzun bir dönem daha göze alınıyorsa elbette…
Edebiyat parçalamış bulundum, fakat yanlış anlaşılmasın, öncülük derken bir tür süper kahramanlıktan bahsetmiyorum elbette, aksine, sosyalistler için öncüleşmenin öznesi sıradan insandır. Öncüleşme, insan olmanın getirdiği bütün hata paylarını da içeren bir evrim sürecidir. Tekrar etmek pahasına, yerden havalanıp, çeşitli irtifalardan topluma, insanların kendilerini göremediği geniş açılardan bakabilme ve yere konup topluma müdahale edebilme, bunun araçlarını yaratabilme yetisini kazanmaktır. Kuşlardan rol çalınan bu süreç, beraberinde pek çok sorumluluğu ve kimi gerilimleri getirir.
En baştan söylemeli, kadercilik ve nihilizm simsarı değiliz, bilimciyiz. Asla değişmeyecek tükenmişliklere bakıp bakıp aynı mavalı okuyan kör papağanlar değil, ufuktaki aydınlıkların ipuçlarının madencileriyiz. İnsandan umudu kesen, kesmeyi öğütleyen sollu sağlı postmodern ibişler gibi, karanlık gidişatın fotoğrafını çekip bırakmayacağız meselenin ucunu. Hem halkımıza borçluyuz, hem de kendi yaşamımızı anlamlandırmakta can suyumuzdur bu çaba. Bahsini ettiğimiz zorlu ve çürütücü süreç, değiştirilemez bir yazgı değil asla. Tam aksine, insanımız, tıpkı tarihte yaptığı gibi, mutlaka ve mutlaka dağıtacaktır bu kesif karanlığı, bundan kuşku duymuyorum.
Peki nedir bunca lakırtımın sebebi? Yeni bir dünyanın eşiğinde öncüleşme sancısının tespit ettiğim farklı ideolojik, siyasi, pratik veçhelerini ve aynı anda hem kuş hem insan olmaya çalışmanın bireyde yarattığı kimi gerilimleri, blog çerçevesinin sunduğu akademik olmama özgürlüğünü de kullanarak tartışmaya çalışmak istiyorum. Kendi zihnimde bugüne dek inşa ettiğim fikir duvarının tuğla dizilimini paylaşmak, tartışmak, eksiklerimi görerek ve katkı alarak duvarımı daha da sağlamlaştırmak gibi bir amacım var.
Yazı konuları ve sırası biraz rastgele olacak, fakat bir bütünlüğü korumaya çalışacağım, aşağıda üzerine yazmayı düşündüğüm kimi konu başlıklarını ilgilisi için paylaştım. Bunlar değişebilir, araya başka unsurlar girebilir. Oldukça yoğun ve dağınık çalıştığım, hayatımı şimdilik ancak bu şekilde idame ettirebildiğim için yazı aralıkları düzensiz olacak, fakat arayı çok açmamaya çalışacağım.
Diyebilirsiniz ki, yav düdük, bunlara dair kalem oynatma ehliyetin var mı? Bilemiyorum, umarım anlamlı bir çabadır. Fakat haddimi bilerek yazmaya özen göstereceğim, yine de sürçülisan edersem kusuruma bakmayın. Bir de, toplumumuzun isyan kazanı o kadar dolu ki, belki ben bu yazı dizisini tamamlayamadan, bağrından çıkaracağı öncülerle memleket bambaşka noktalara evrilir, çabam boşa düşer, iyi ki de düşer. Yine de, o vakte kadar, deneyeceğim. Çok uzattım. Değerli vaktiniz için teşekkür ederim.
Sevgiler.
Kimi konular:
- Tarihsel maddecilik
- Bilimsel yöntemi benimsemek zorunda mıyız?
- Bilim ve bilimsel yöntem kuşatılmıştır
- Tarihselci olmak zorunda mıyız?
- Maddeci olmak zorunda mıyız?
- Tarihsel maddeci olmak zorunda mıyız?
- Sınıflar mücadelesi
- Burjuvazi ve kendi içindeki saflaşmalar
- Emperyalizm ve dünyada güçler dengesi
- Çin Halk Cumhuriyeti ve uygarlığın yeni ufukları
- Emekçi halk ve tabakaları - Mavi yaka, beyaz yaka, küçük burjuvazi, köylülük, işsizler ve lümpenproletarya
- Dinin ve milliyetçiliğin tarihselliği
- “Orta sınıf” meselesi ve kolay erişilebilir meyveler
- İktidarı neden istiyoruz?
- İktidar lanetli bir şey mi?
- İktidar her yerde mi?
- Güç yozlaştırır mı?
- Devlet, bürokrasi, para, piyasalar bizimle ne kadar yaşayacak?
- Öncü - kitle diyalektiği
- Öncü neden öncüdür? Öncülük doktriner bir günahsızlık vaizliği midir?
- Öncülük tipleri ve kademeleri
- Kitle neden kitledir? Halk aptal mıdır?
- Öncü ve kitle arasındaki geçişkenlik havuzu
- İki sapma: Elitizm ve halklaşmak
- “Ortak aklımız parti” aşılabilmiş midir?
- Öncünün alet çantası: Parti, program, strateji, model, taktik, ittifaklar ve popülizm
- Hülyalılık - gerçekçilik diyalektiği
- Aydın, işlevi ve önücünün görevini aydına havale etmek
- Halk tabakalarına nasıl yaklaşılır, yahut A.C.A.B. saçmalığı
- Web çağında yeni olanaklar
- Öncü bilinç ve duygulanım
- Web çağında duygudurum kontrolü
- Bir “iyi yurttaşlık” kıstası olarak sorumlu web kullanıcılığı
- Kentli okumuşun hapishanesi: Kaygı - Nihilizm - Hedonizm fasit çemberi ve meyvesi, dengine yönelen öfke ve yanlış bilinç: Sinizm
- Cumhuriyet devrimimiz
- Mustafa Suphiler bizdendir, fakat bizi doğuran Cumhuriyettir
- Devrimler neden zorunlu olarak kendi toprağında biter? Veya “neden komşunun devrimini yapamayız?”
- Bir tasarım nesnesi ve zanaat olarak siyaset
- Kısıtlı kaynaklar, büyük hülyalar ve omlet tarifleri
- Siyaset alfabesinin iki harfi: Vurgu ve sessizlik
- Kalın ve ince çizgi diyalektiği
- İdeoloji, akademi ve siyaset: Farkları nedir?
- Siyasette dört işlem ve bakkal hesabı
- Siyasetin ağırlık merkezleri
- Postmodern kardeşler: Kimlikçi sol ve neofaşizm
- Postmodern sol kentli okumuşu ve aydını nasıl esir aldı?
- Postmodern sağ kitlelerin birikmiş öfkesini nereye kanalize ediyor?
- Postmodern sol ve sağın ortak ideolojik kökleri
- Kabalaşmak pahasına, kimi kuramsal fonksiyonların türevleri
f(a) = a + 2 ise
frankfurt’(q) = ? | foucault’(x) = ? | arendt’(y) = ? | popper’(z) = ? - Postmodernizm sanatı nasıl sepetleştirdi?
- Kentli emekçinin iki yaşam motifi: Kentlilik ve kasabalılık
- Köyden kente göç: Emekçi kuşakların bayrak yarışı
- Kentlilik bugün neden “kent soyluluk”tan farklıdır ve ilericidir?
- Kentlilik burjuva zevkler veya snobluk mudur?
- Kasabalılık neden gericidir?